Giriş: Kefalet Sözleşmesi ve Aile Birliğinin Korunması
Hukuk sistemimizde, bireylerin ekonomik taahhütleri ve bu taahhütlerin aile birliği üzerindeki etkileri büyük önem taşır. Bu bağlamda, Kefalette Eşin Rızası konusu, Türk Borçlar Kanunu (TBK) kapsamında getirilen önemli bir düzenleme olarak karşımıza çıkmaktadır. Bir kişinin, bir başkasının borcunu ödememesi durumunda bu borcun sorumluluğunu üstlenmesini ifade eden kefalet sözleşmesi, kişisel bir güvence aracıdır. Türk Borçlar Kanunu’nun 581. maddesi, kefaleti, kefilin alacaklıya karşı, borçlunun borcunu ifa etmemesinin sonuçlarından kişisel olarak sorumlu olmayı üstlendiği bir sözleşme olarak tanımlar. Bu sözleşme, alacaklıya, borçlunun yükümlülüğünü yerine getirmemesi halinde üçüncü bir kişiye, yani kefile başvurma imkânı sunar.
Kefalet sözleşmesinin hukuki niteliği incelendiğinde, genellikle tek tarafa borç yükleyen ve karşılıksız (ivazsız) bir sözleşme olduğu görülür. Kefil, bu sözleşmeyle kendi adına ve hesabına önemli bir mali sorumluluk altına girer. Bu sorumluluk, asıl borçtan bağımsız bir para borcu niteliği taşısa da, tali (ikincil) ve fer’i (yan) bir borçtur; yani asıl borca sıkı sıkıya bağlıdır. Kefilin kişisel bir kazanç elde etmeksizin üstlendiği bu mali risk, özellikle evlilik birliğinin ekonomik istikrarını doğrudan etkileyebilecek potansiyele sahiptir. İşte tam da bu noktada, yasa koyucu, aile birliğinin ekonomik refahını ve huzurunu koruma amacıyla Kefalette Eşin Rızası şartını getirmiştir. Bu düzenleme, eşlerin birbirlerinden habersiz, ailenin geleceğini tehlikeye atacak ekonomik işlemlere girişmesini engellemeyi hedefler. Özellikle “hatır kefaletleri” gibi durumlarda, eşlerin ortak kararla hareket etmelerini sağlamak, bu yasal korumanın temel motivasyonudur.
Tarihsel Gelişim ve Eşitlik İlkesi
Kefalette Eşin Rızası şartı, Türk hukukuna 1 Temmuz 2012 tarihinde yürürlüğe giren 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu (TBK) ile girmiştir. Bu düzenleme, geçmişteki yasal yaklaşımlarla karşılaştırıldığında önemli bir değişimi temsil eder.
Eski 743 sayılı Türk Kanunu Medenîsi’nin 169. maddesi, kadının kocası lehine üçüncü kişilere karşı borçlanabilmesi için sulh mahkemesi hâkiminin onayını zorunlu kılıyordu. Bu hüküm, kadının bireysel olarak korunmasını ve olası baskılardan uzak tutulmasını amaçlamaktaydı. Ancak 4721 sayılı Türk Medenî Kanunu (TMK) ile eşler arasında işlem eşitliği ilkesi benimsenmiş ve eşler, herhangi bir onaya gerek duymaksızın kefalet sözleşmesi yapabilme özgürlüğüne kavuşmuşlardır. Bu dönem, eşlerin kefalet sözleşmesi yapma konusunda daha serbest olduğu bir dönemi ifade etmekteydi.
6098 sayılı TBK’nın yürürlüğe girmesiyle birlikte ise kefalet kurumuna köklü değişiklikler getirilmiş ve evli kişilerin kefalet ehliyetinde sınırlamaya gidilmiştir. Bu yeni düzenleme ile evli bir kişinin kefil olabilmesi, diğer eşin yazılı rızasına bağlanmıştır. Bu değişikliğin temel amacı, evlilik birliğinin sarsılmasını önlemek ve aile içinde ekonomik refahın sürdürülebilirliğini sağlamaktır. Yasa koyucu, eşlerin aile bütçesini ve geleceğini tehlikeye atabilecek mali taahhütlerde, özellikle de “hatır kefaletleri” gibi durumlarda, ortak bir karar mekanizmasıyla hareket etmelerini sağlamayı hedeflemiştir. Bu geniş kapsamlı koruma, tacir olmayan eşlerin her türlü kefalet benzeri işlemleri, hatta “örtülü kumar borcu kefaleti” gibi riskli durumları dahi kapsayarak aileyi ve özellikle ekonomik olarak daha zayıf konumda olabilecek eşi koruma altına almaktadır.
Bu tarihsel gelişim, hukukun aile birliğine yaklaşımındaki felsefi değişimi açıkça ortaya koymaktadır. Eski Kanun’daki cinsiyete özgü korumadan, TBK’daki cinsiyet ayrımı gözetmeyen Kefalette Eşin Rızası şartına geçiş, bireysel zayıflık varsayımına dayalı korumadan, evlilik birliğinin ekonomik bütünlüğünün korunmasına yönelik daha eşitlikçi bir yaklaşıma işaret etmektedir. Bu değişim, ailenin temel bir ekonomik birim olarak kabul edildiğini ve tek bir eşin tek taraflı mali taahhütlerinin aile birliğinin istikrarını tehlikeye atabileceği anlayışını yansıtır. Bu, bireysel özerklik ile ailenin kolektif refahı arasındaki dengeyi bulma çabasının bir sonucudur.
Kefalet Sözleşmesinde Eşin Rızasının Geçerlilik Şartları
Kefalette Eşin Rızası şartı, kefalet sözleşmesinin hukuken geçerli olabilmesi için olmazsa olmaz bir koşuldur. Bu rızanın alınması, belirli şekil ve zaman koşullarına tabidir ve bu koşulların eksiksiz yerine getirilmesi, sözleşmenin hukuki geçerliliği açısından hayati öneme sahiptir.
Rızanın Şekli ve Zamanı
Türk Borçlar Kanunu madde 584, eşin kefalete ilişkin rızasının yazılı olarak verilmesini zorunlu kılar. Bu yazılı rıza, adi yazılı şekilde yeterlidir; yani noter tasdiki zorunlu değildir ve rıza veren eşin imzasının bulunması yeterlidir. Rıza beyanı, kefalet sözleşmesinin içinde yer alabileceği gibi, ayrı bir belgede de bulunabilir. Ancak burada dikkat edilmesi gereken çok önemli bir nokta vardır: Bu rıza, somut ve belirli bir kefalet sözleşmesi için ve her bir sözleşmeye dair ayrı ayrı verilmiş olmalıdır. Gelecekte akdedilecek kefalet sözleşmeleri için genel bir muvafakat verilmesi hukuken geçerli kabul edilmez. Bu, eşin hangi borç için ne kadar sorumluluk üstlenildiğini tam olarak bilmesini sağlamak amacıyla getirilmiş bir koşuldur.
Kefalette Eşin Rızası‘nın veriliş zamanı da geçerlilik açısından kritik bir unsurdur. Eşin rızası, kefalet sözleşmesinin kurulmasından önce ya da en geç kurulması anında verilmiş olmalıdır. Sözleşme kurulduktan sonra diğer eşin sözleşmeye “icazet vermesi” (sonradan onaylaması) hukuken söz konusu olamaz ve sözleşmeyi geçerli hale getirmez. Bu katı zamanlama kuralı, TBK madde 584’ün temel koruma amacını yansıtmaktadır. Bu sıkı şekil şartı ve sonradan onayın geçersizliği, yasa koyucunun bilinçli ve özgür iradeyle verilmiş bir rıza arayışının bir göstergesidir. Bu sayede, eş üzerinde sonradan baskı kurulmasının veya kefaletin aile birliğine olumsuz etkilerinin göz ardı edilerek onay alınmasının önüne geçilmek istenmektedir. Bu durum, alacaklılar için de önemli bir özen yükümlülüğü getirir; zira rızanın baştan itibaren doğru şekilde alınmaması, sözleşmenin mutlak geçersizliğine yol açacak ve sonradan düzeltilemeyecektir. Bu da alacaklıların başlangıçta gerekli özeni göstermelerini zorunlu kılar.
Rıza Veren Eşin Ayırt Etme Gücü
Kefalette Eşin Rızası‘nın geçerli olabilmesi için, rıza veren eşin ayırt etme gücüne sahip olması gerekmektedir. Benzer şekilde, kefil olan eşin de ayırt etme gücüne sahip olması ve kısıtlılık halinin bulunmaması şarttır. Bu çifte ayırt etme gücü şartı, kefalet sözleşmesinin geçerliliği için iki katmanlı bir koruma mekanizması oluşturur. Bu, hem kefil olan kişinin kendi adına aldığı riskin bilincinde olmasını hem de bu riskten etkilenecek olan diğer eşin, kararı tam bir anlayış ve özgür iradeyle vermesini sağlar. Bu sayede, aile birliğinin ekonomik güvenliğini etkileyebilecek önemli bir mali taahhüdün, herhangi bir istismar veya bilgisizlikten kaynaklanmasının önüne geçilerek, yasal koruma amacı güçlendirilmiş olur.
Rızanın Kapsamı ve Kefilin Sorumluluğunu Artıran Değişiklikler
Kefalette Eşin Rızası, belirli ve somut bir kefalet sözleşmesi için verilmelidir; genel bir muvafakat beyanı geçerli değildir. Bu, eşin hangi borç için ne kadar sorumluluk üstlenildiğini tam olarak bilmesini sağlamak amacıyla getirilmiş bir koşuldur.
Kefalet sözleşmesinde sonradan yapılacak değişiklikler de eşin rızası açısından önem taşır. Eğer bu değişiklikler kefilin sorumluluğunu artırıcı nitelikteyse (örneğin, azami miktarın artırılması, adi kefaletin müteselsil kefalete dönüştürülmesi veya kefil yararına olan güvencelerin önemli ölçüde azaltılması gibi durumlar), diğer eşin yeniden yazılı rızası alınması zorunludur. Ancak, kefilin sorumluluğunu ağırlaştırmayan veya kefil yararına olan güvenceleri önemli ölçüde azaltmayan değişiklikler için yeni bir eş rızası aranmaz.
Bu kural, yasa koyucunun aile birliğinin korunmasına yönelik yaklaşımının sadece başlangıçtaki sözleşme kuruluş anıyla sınırlı olmadığını, aynı zamanda sözleşmenin devamı süresince de dinamik bir koruma sağladığını göstermektedir. Bu durum, alacaklılar için sözleşme yönetimi süreçlerinde sürekli bir özen yükümlülüğü anlamına gelir. Kefaletin risk profilinde meydana gelen herhangi bir artışın, aile birliğinin ekonomik yükünü artırabileceği kabul edilerek, bu tür durumlarda eşin yeniden bilgilendirilmesi ve onayının alınması zorunlu tutulmuştur. Bu yaklaşım, hukukun aile birliğinin ekonomik güvenliğini sürekli olarak gözetme amacının bir yansımasıdır.
Eşin Rızasının Aranmadığı İstisnai Haller
Türk Borçlar Kanunu, evli kişilerin kefil olabilmesi için diğer eşin yazılı rızasını genel bir kural olarak benimsemiş olsa da, belirli durumlarda bu rızanın aranmayacağını düzenlemiştir. Bu istisnalar, yasa koyucunun farklı hukuki ve ekonomik amaçları dengeleme çabasını yansıtmaktadır. Bu istisnalar, Kefalette Eşin Rızası kuralının katı uygulamasını yumuşatarak, ticari hayatın ve belirli sosyal ihtiyaçların aksamadan devam etmesini sağlamayı hedefler.
Mahkemece Verilmiş Ayrılık Kararı veya Yasal Ayrı Yaşama Hakkı
TBK madde 584 uyarınca, eşlerden biri hakkında mahkemece verilmiş bir ayrılık kararı olmadıkça veya yasal olarak ayrı yaşama hakkı doğmadıkça, diğer eşin yazılı rızasıyla kefil olunabilir. Türk Medenî Kanunu’nun (TMK) 197/I. maddesi, eşlerden birinin ortak hayat sebebiyle kişiliği, ekonomik güvenliği veya ailenin huzuru ciddi biçimde tehlikeye düştüğü sürece ayrı yaşama hakkına sahip olduğunu belirtir. Bu istisna, evlilik birliğinin fiilen ve hukuken zayıfladığı veya sona erme aşamasına geldiği durumlarda, diğer eşin rızasının aranmasının anlamsız hale gelmesi ilkesine dayanır. Ancak, sadece fiilen ayrı yaşama durumu, mahkeme kararı veya yasal ayrı yaşama hakkı doğmadıkça, eşin rızası gerekliliğini ortadan kaldırmaz.
Uygulamada, devam eden bir boşanma davasının “yasal olarak ayrı yaşama hakkının doğması” kapsamında değerlendirilip değerlendirilmeyeceği konusunda doktrinde ve yargı kararlarında görüş ayrılıkları bulunmaktadır. Bazı görüşler ve bankacılık sektöründeki uygulamalar, boşanma davası açılmışsa eşin rızasının aranmayabileceğini öne sürerken , diğer görüşler sadece boşanma davası açılmasının “yasal olarak ayrı yaşama hakkını” otomatik olarak doğurmadığını belirtmektedir. Bu belirsizlik, alacaklılar ve taraflar için hukuki bir risk oluşturmakta olup, kefalet sözleşmesinin geçerliliğinin farklı yargı yorumlarına göre değişebileceği anlamına gelmektedir. Bu durum, gelecekteki yasal düzenlemeler veya Yargıtay’ın içtihadı birleştirme kararlarıyla açıklığa kavuşturulması gereken önemli bir alandır.
Ticari İşletme Sahipleri ve Ticaret Şirketi Ortak/Yöneticilerinin Kefaletleri
TBK madde 584/III kapsamında, ticaret siciline kayıtlı ticari işletmenin sahibi veya ticaret şirketinin ortak ya da yöneticisi tarafından işletme veya şirketle ilgili olarak verilecek kefaletlerde Kefalette Eşin Rızası aranmamaktadır. Bu istisnanın temel gerekçesi, bu kişilerin kefalete konu borçtan doğrudan fayda sağlamış olmaları ve ticaret hayatının yavaşlamasının önüne geçilmesidir. Bu düzenleme, aile birliğinin korunması ilkesi ile ticari hayatın akıcılığı ve gereklilikleri arasında bir denge kurma çabasını yansıtır. Yasa koyucu, ticari faaliyetlerin aile için birincil gelir kaynağı olduğu durumlarda, her ticari işlem için eş rızası aranmasının işleyişi aksatacağını kabul etmiştir. Bu, genel koruyucu ilkelerden, daha geniş ekonomik politika hedefleri doğrultusunda yapılan bilinçli bir sapmayı ifade eder.
Esnaf ve Sanatkârların Mesleki Faaliyetleriyle İlgili Kefaletleri
Esnaf ve Sanatkârlar Siciline kayıtlı esnaf ve sanatkârlar için mesleki faaliyetleriyle ilgili olan kefaletlerde de Kefalette Eşin Rızası aranmamaktadır. Bu istisna, ticari işletme sahiplerine yönelik istisnanın küçük işletmeler ve bireysel esnaflar için bir uzantısıdır. Bu düzenleme, evli kişilerin kefalet ehliyetine getirilen sınırlamayı kısmen yumuşatmayı amaçlamıştır. Bu durum, yasa koyucunun ekonominin bu önemli segmentine kredi erişimini kolaylaştırma yönündeki politika kararını yansıtmaktadır. Bu istisna, aile koruma kuralından, ekonomik kalkınma ve küçük işletmelerin desteklenmesi gibi daha geniş hedefler doğrultusunda yapılan özel bir istisna olarak değerlendirilmelidir.
Eşlerin Birbirine Kefil Olması Durumu
Kanun koyucu, eşlerin birbirine kefil olamayacağına dair açık bir düzenleme getirmemiştir. Dolayısıyla, eşler birbirlerinin borcundan ötürü kefil olabilmektedir. Yargıtay’ın ilgili bir içtihadına göre, eşin borçlu eşe kefil olmak istemesi halinde, kefaletin geçerli olması için diğer eşin (borçlu eşin) rızasına lüzum olmadığı kabul edilmektedir. Bu yaklaşım, borcun zaten evlilik birliği içinde, yani aile ekonomisi içinde olduğu varsayımına dayanır. Bu durumda, TBK 584’ün koruyucu amacının, aile dışından gelen yeni bir risk yerine, zaten mevcut olan aile içi bir borç için gereksiz olduğu düşünülmektedir.
Ancak, bazı görüşler, eşlerin birbirine kefil olmasının dahi, beklenmedik ekonomik zorluklara yol açabileceği ve aile huzurunu bozabileceği gerekçesiyle Kefalette Eşin Rızası gerekliliğini savunmaktadır. Bu farklı yaklaşımlar, “aile birliğinin korunması” amacının sınırları ve yorumu konusunda hukuki bir tartışma alanı yaratmaktadır. Yargıtay’ın mevcut içtihadı, koruma amacının esasen aileye dışarıdan gelebilecek yeni ve kontrolsüz risklere karşı olduğunu ima etmektedir.
Doğrudan Temsilci veya Tüzel Kişi Organı Sıfatıyla Kurulan Kefaletler
Kefalette Eşin Rızası, bir eşin doğrudan temsilci sıfatıyla veya bir tüzel kişinin organı olarak yaptığı kefalet sözleşmelerinde aranmaz. Bu durumun nedeni, bu tür durumlarda işlemin hukuki sonuçlarının temsil olunan kişi veya tüzel kişi üzerinde doğmasıdır. Dolayısıyla, kefil olan eşin kişisel malvarlığı ve dolayısıyla aile birliğinin ekonomik durumu doğrudan risk altında değildir. Bu istisna, hukukta temsil ve tüzel kişiliğin ayrılığı prensibinin bir yansımasıdır. Bu, TBK 584’ün, bireyin kişisel kapasitesiyle üstlendiği riskleri hedeflediğini, tüzel kişiliği veya temsil yetkisiyle yapılan işlemleri kapsamadığını açıkça ortaya koyar.
Tarım Kredi, Tarım Satış ve Esnaf ve Sanatkârlar Kredi ve Kefalet Kooperatifleri Kefaletleri
Tarım kredi, tarım satış ve esnaf ve sanatkârlar kredi ve kefalet kooperatifleri ile kamu kurum ve kuruluşlarınca kooperatif ortaklarına kullandırılacak kredilerde verilecek kefaletlerde Kefalette Eşin Rızası aranmamaktadır. Bu düzenleme, evli kişilerin kefalet ehliyetine getirilen sınırlamayı kısmen yumuşatmıştır. Bu istisna, belirli ekonomik sektörleri ve kooperatifçiliği destekleme yönündeki özel bir politika tercihini yansıtır. Yasa koyucu, bu alanlardaki kredi erişimini kolaylaştırmak ve ekonomik faaliyetleri teşvik etmek amacıyla genel kuraldan sapmayı uygun görmüştür. Bu durum, hukuki düzenlemelerin sadece genel ilkelerle değil, aynı zamanda sektörel ihtiyaçlar ve ekonomik hedeflerle de şekillendiğini göstermektedir.
Eşin Rızası Alınmamasının Hukuki Sonuçları ve Yargıtay Kararları
Kefalette Eşin Rızası alınmadan yapılan kefalet sözleşmeleri, hukuken ciddi sonuçlar doğurur. Bu durum, hem sözleşmenin tarafları hem de yargı organları için önemli uygulama sorunları yaratabilir.
Sözleşmenin Geçersizliği
Kefalette Eşin Rızası alınmadan yapılan sözleşmeler hukuken geçerli olmayacaktır; yani kendiliğinden hükümsüzdür. Bu geçersizlik, sözleşmenin kurulduğu andan itibaren hüküm ifade eder. Sözleşmenin kurulduğu sırada evli olan kişinin diğer eşin rızasını almaması ve sonrasında boşanma ya da ayrılık kararı alması durumu dahi, geçersiz olan bu sözleşmeyi geçerli hale getirmez. Benzer şekilde, alacaklının iyi niyetli olması da geçersizliği ortadan kaldırmaz. Bu katı kural, yasa koyucunun aile birliğinin ekonomik refahını koruma amacına verdiği önemi vurgular. Eşin rızasının yokluğu, sözleşmenin temel bir geçerlilik şartı olarak kabul edildiğinden, bu eksiklik sözleşmeyi baştan itibaren sakatlar ve hukuki sonuç doğurmasını engeller.
Hâkim Tarafından Re’sen Dikkate Alınma Durumu ve Tartışmalar
Kefalette Eşin Rızası‘nın bulunup bulunmadığı hususunun, hâkim tarafından re’sen (kendiliğinden) dikkate alınıp alınmayacağı konusunda Yargıtay kararları arasında farklılıklar bulunmaktadır. Bu durum, hukuki güvenlik açısından önemli bir belirsizlik yaratmaktadır.
Bazı Yargıtay kararları, eş rızasının alınmadığına dayalı geçersizlik iddiasının bir itiraz niteliğinde olduğunu ve mahkemece re’sen dikkate alınması gerektiğini belirtirken, bu yönde önemli bir karar Yargıtay 11. Hukuk Dairesi’nin 26 Ekim 2022 tarihli kararıdır. Bu karara göre, kefalet sözleşmesinde eş rızasının alınmadığına dayalı geçersizlik iddiası itiraz niteliğinde olup mahkemece re’sen dikkate alınmalıdır. Yine Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 02 Kasım 2022 tarihli kararı da “Kefalet sözleşmesinin şekle aykırılık nedeniyle hükümsüzlüğü re’sen göz önünde tutulmalıdır” hükmünü taşımaktadır. Bu kararlar, rıza eksikliğinin kamu düzenine ilişkin bir husus olarak kabul edildiği ve mahkemenin bunu kendiliğinden araştırması gerektiği yönündeki görüşü destekler.
Diğer bir Yargıtay kararı ise, eşin iznine ilişkin hükmün, kefalet sözleşmesinin şekline dair bir kural olmayıp, maddi bir geçerlilik koşulu olduğunu ve bu nedenle mahkemece re’sen nazara alınmasının söz konusu olmadığını ifade etmektedir. Yargıtay 11. Hukuk Dairesi’nin 22.09.2022 tarihli, 2020/1058 Esas, 2022/1067 Karar sayılı kararı bu yöndedir. Bu yaklaşım, rıza eksikliğinin ancak taraflarca ileri sürülmesi halinde dikkate alınması gerektiğini savunur.
Bu farklı yaklaşımlar, uygulamada önemli bir belirsizlik yaratmaktadır. Bir taraf, eş rızası eksikliğini ileri sürmese bile, hâkimin bu durumu kendiliğinden araştırması ve sözleşmeyi geçersiz sayması, hukuki süreçlerin seyrini değiştirebilir. Diğer yandan, rıza eksikliğinin ancak taraflarca ileri sürülmesi halinde dikkate alınması, tarafların aktif rolünü gerektirir. Bu durum, TBK madde 584’ün uygulanmasında yargısal bir içtihat birliğine ihtiyaç duyulduğunu göstermektedir. Bu farklılık, hukuki güvenlik ilkesi açısından önemli bir sorun teşkil etmekte ve tarafların hak arama süreçlerinde öngörülebilirliği azaltmaktadır.
Aval İşleminde Eş Rızası Aranmaması ve İçtihadı Birleştirme Kararı
Kefalette Eşin Rızası aranırken, ticari hayatta sıklıkla kullanılan bir diğer kişisel güvence türü olan “aval” işleminde eş rızasının aranıp aranmayacağı uzun süre tartışma konusu olmuştur. Bu tartışmalar, TBK’nın 603. maddesindeki “Kefaletin şekline, kefil olma ehliyetine ve eşin rızasına ilişkin hükümler, gerçek kişilerce, kişisel güvence verilmesine ilişkin olarak başka ad altında yapılan diğer sözleşmelere de uygulanır” hükmünden kaynaklanmıştır.
Ancak Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu, 16.10.2018 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan 20.04.2018 tarihli, 2017/4 E. – 2018/5 K. sayılı kararı ile bu tartışmaya son noktayı koymuştur. Bu karara göre, TBK madde 584’te yer alan
Kefalette Eşin Rızası düzenlemesinin “aval” işleminde uygulanması gerekmemektedir.
Bu kararın gerekçeleri şunlardır:
- Avalin Hukuki Niteliği: Aval, kefaletten farklı olarak tek taraflı bir hukuki işlem olup, kambiyo senetlerine özgüdür ve Türk Ticaret Kanunu’nda düzenlenmiştir.
- Ticari Hayatın Gerekleri: Avalde eş rızası aranması, kambiyo senetlerinin tedavül kabiliyeti (dolaşım yeteneği) ile örtüşmemektedir. Bir senedin tedavülü sırasında avalistin evli olup olmadığına veya eşinin rıza gösterip göstermediğine ilişkin ek kayıtların aranması, senedin hacmini artıracak ve ticari hayatı yavaşlatacaktır.
- Yasa Koyucunun Amacı: Yasa koyucu, TBK madde 584’e 6455 sayılı Kanun ile istisnalar eklerken avali bu istisnalar arasına almamıştır. Bu durum, yasa koyucunun en başından beri avalde eş rızası aranmadığına işaret etmektedir.
- Koruma Amacı Farklılığı: Kefalet hükümleri kefili alacaklıya karşı korurken, aval hükümleri hamili (senedi elinde bulunduranı) asıl borçlu ile müracaat borçlularına karşı korur. Bu bakımdan iki kurumun koruma amaçları farklıdır.
Bu içtihadı birleştirme kararı, ticari hukuk ve aile hukuku arasındaki dengeyi netleştiren önemli bir adımdır. Karar, kambiyo senetlerinin hızlı ve güvenli dolaşımını sağlamak adına, aile birliğinin korunması ilkesinin ticari hayattaki özel durumlarda farklı yorumlanabileceğini ortaya koymuştur. Bu karar, bankacılık sektörü ve ticari işlemler açısından büyük bir hukuki güvenlik sağlamıştır.
Kredi Çekiminde Eş Rızası
Kredi çekiminde Kefalette Eşin Rızası genellikle gereklidir. Bunun temel nedeni, eşlerden birinin kredi çekerek borç altına girmesinin, evlilik birliğinin ekonomik refahını ve huzurunu doğrudan etkilemesidir. Kredi ödemeleri her ne kadar kredi çeken eş tarafından yapılsa da, bu ödemeler diğer eşi de zor duruma sokabilir ve aile huzurunu bozabilir. Dolayısıyla, mahkemece verilmiş bir ayrılık kararı olmadıkça veya yasal olarak ayrı yaşama hakkı doğmadıkça, eşin rızası olmadan kredi için kefil olunamaz. Bu durum, aile konutu üzerindeki ipotek gibi ayni hak sınırlamalarında da diğer eşin açık rızasının aranması gerekliliğine benzer bir koruma mekanizmasıdır. Bankalar ve diğer alacaklılar, kefilin mali durumunun borcu karşılayabilecek seviyede olmasının yanı sıra, evli kişiler için eşin yazılı rızasını da talep etmektedir.
Güncel Tartışmalar ve Gelecek Perspektifleri
Kefalette Eşin Rızası şartı, yürürlüğe girdiği 2012 yılından bu yana hem hukuki doktrinde hem de ticari hayatta çeşitli tartışmalara ve eleştirilere konu olmuştur. Bu tartışmalar, yasal düzenlemenin amacına ulaşma derecesi ve uygulamadaki pratik zorluklar etrafında yoğunlaşmaktadır.
Ticaret Hayatına Etkileri ve Eleştiriler
TBK madde 584 ile getirilen Kefalette Eşin Rızası şartı, özellikle iş dünyası tarafından yoğun bir şekilde eleştirilmiştir. Düzenlemenin, ticaret hayatını yavaşlattığı ve sekteye uğrattığı, gerçek kişilerin kendi şirketleri için ticari kredi taleplerinde şahsi kefalet vermelerini zorlaştırdığı iddia edilmiştir. Bu eleştiriler, yasa koyucuyu harekete geçirmiş ve 28.03.2013 tarihinde 6455 sayılı Kanun ile TBK’nın 584. maddesine, ağırlıklı olarak ticari hayatı ilgilendiren istisna hükümleri (ticari işletme sahipleri, ticaret şirketi ortak/yöneticileri ve esnaf/sanatkârların mesleki faaliyetleriyle ilgili kefaletler) eklenmiştir. Bu değişiklikler, ticari hayatın doğal akışını kolaylaştırma gerekçesiyle yapılmıştır.
Ancak, düzenlemenin kaynak İsviçre Hukuku’nda bulunmayan birçok istisnaya yer vermesi, uygulama alanını daraltmış ve muğlak ifadeler içermesi de uygulamada sorunlara yol açmıştır. Özellikle bankacılık sektörü, eşin makul bir sebep olmaksızın rıza vermekten kaçınması gibi durumlarla karşılaşabilmekte ve bu durum kredi işlemlerinde zorluklara neden olabilmektedir. Bu durum, Kefalette Eşin Rızası‘nın pratik uygulamada yarattığı zorlukları gözler önüne sermektedir.
Olası Yasal Düzenleme Taslakları ve Değişiklik İhtiyacı
Kefalette Eşin Rızası şartının getirdiği zorluklar ve uygulamadaki sorunlar nedeniyle, ilgili maddeye yeni düzenlemeler getirilerek sınırlamanın tekrar düzenlenebileceği yönünde yetkili kişiler tarafından açıklamalar yapılmıştır. Bu tartışmalar, mevcut düzenlemenin aile birliğini koruma amacı ile ticaret ve kredi hayatının gerektirdiği hız ve esneklik arasındaki dengeyi yeniden gözden geçirme ihtiyacını ortaya koymaktadır.
Gelecekteki olası yasal düzenlemeler, özellikle “yasal olarak ayrı yaşama hakkı” kavramının kapsamının netleştirilmesi, boşanma davası gibi durumların bu kapsamda değerlendirilip değerlendirilmeyeceği konusundaki belirsizliklerin giderilmesi ve ticari işlemler üzerindeki etkilerin daha dengeli bir şekilde ele alınması üzerine odaklanabilir. Bu tür düzenlemeler, hukuki güvenliği artıracak ve hem aile birliğinin korunması hem de ekonomik faaliyetlerin sürdürülebilirliği açısından daha öngörülebilir bir ortam sağlayacaktır. Bu, Kefalette Eşin Rızası konusundaki hukuki çerçevenin sürekli olarak güncellenmesi ve iyileştirilmesi ihtiyacını vurgulamaktadır.
Sonuç
Türk Borçlar Kanunu’nun 584. maddesi ile getirilen Kefalette Eşin Rızası şartı, 1 Temmuz 2012 tarihinden bu yana evlilik birliğinin ekonomik bütünlüğünü ve huzurunu koruma amacını taşımaktadır. Bu düzenleme, bir eşin tek taraflı olarak üstlendiği mali yükümlülüklerin, diğer eşin ve ailenin gelecekteki ekonomik refahını tehlikeye atmasını engellemeyi hedefler. Kefalette Eşin Rızası alınmadan yapılan sözleşmelerin geçersiz olması, bu koruyucu amacın ne denli önemli olduğunun bir göstergesidir.
Kefalet sözleşmesinin geçerliliği için eşin rızasının yazılı olması, sözleşmenin kurulmasından önce veya en geç kurulması anında verilmesi ve rıza veren eşin ayırt etme gücüne sahip olması gibi katı şekil ve zaman şartları bulunmaktadır. Bu şartların titizlikle uygulanması, bilinçli ve özgür iradeyle verilmiş bir onayın sağlanması açısından büyük önem taşır. Ayrıca, kefilin sorumluluğunu artıran her türlü değişiklik için yeni bir rıza alınması zorunluluğu, yasanın koruyucu amacının dinamik ve sürekli olduğunu göstermektedir.
Bununla birlikte, kanun koyucu, belirli durumlarda Kefalette Eşin Rızası şartına istisnalar getirmiştir. Mahkemece verilmiş ayrılık kararı veya yasal ayrı yaşama hakkı, ticaret siciline kayıtlı ticari işletme sahipleri ile ticaret şirketi ortak veya yöneticilerinin işletme veya şirketle ilgili kefaletleri, esnaf ve sanatkârların mesleki faaliyetleriyle ilgili kefaletleri, eşlerin birbirine kefil olması durumu ve doğrudan temsilci veya tüzel kişi organı sıfatıyla kurulan kefaletler bu istisnalar arasında yer almaktadır. Bu istisnalar, aile birliğinin korunması ilkesi ile ticari hayatın akıcılığı, belirli sektörlerin desteklenmesi ve hukuki kişiliğin ayrılığı gibi diğer önemli kamu menfaatleri arasında bir denge kurma çabasının bir yansımasıdır.
Özellikle aval işleminde eş rızası aranmayacağına dair Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı, kambiyo senetlerinin tedavül kabiliyeti ve ticari hayatın hızının korunması adına önemli bir hukuki açıklık sağlamıştır. Ancak, boşanma davasının “yasal ayrı yaşama hakkı” kapsamında değerlendirilip değerlendirilmeyeceği gibi bazı konulardaki belirsizlikler ve yargı kararlarındaki farklılıklar, uygulamada hala tartışma ve sorun alanları yaratmaktadır.
Sonuç olarak, Kefalette Eşin Rızası, Türk hukuk sisteminde aile birliğinin korunması ve ekonomik istikrarın sağlanması adına vazgeçilmez bir kurumdur. Yasal düzenlemeler ve yargı içtihatları, bu koruma amacını farklı ekonomik ve sosyal gerçekliklerle dengelemeye çalışmaktadır. Hukuki güvenliğin ve öngörülebilirliğin artırılması için, özellikle uygulamadaki belirsizliklerin giderilmesine yönelik yasal veya yargısal adımların devam etmesi gerekmektedir. Bu karmaşık hukuki süreçlerde hak kaybı yaşamamak ve doğru adımları atmak için profesyonel hukuki destek almak büyük önem taşır. Özellikle İstanbul Boşanma Avukatı gibi uzmanlık alanlarına sahip hukukçular, aile hukuku ve borçlar hukuku kesişimindeki bu tür konularda müvekkillerine yol gösterici olabilirler. Unutulmamalıdır ki, hukuki süreçler kişiye özeldir ve her durum kendi içinde değerlendirilmelidir. Bu nedenle, İstanbul Boşanma Avukatı ile iletişime geçerek durumunuza özel danışmanlık almanız, haklarınızın korunması açısından kritik bir adımdır.
Sık Sorulan Sorular
Kefalette eşin rızası neden önemlidir?
Kefalette Eşin Rızası, Türk Borçlar Kanunu’nun 584. maddesi ile getirilmiş olup, evlilik birliğinin ekonomik bütünlüğünü ve huzurunu korumayı amaçlar. Bir eşin tek başına kefil olması, ailenin ekonomik geleceğini riske atabilir. Bu nedenle, yasa koyucu, eşlerin bu tür önemli mali taahhütlerde ortak kararla hareket etmesini sağlamak için bu rızayı bir geçerlilik şartı olarak düzenlemiştir.
Eşin rızası nasıl alınmalıdır?
Kefalette Eşin Rızası, yazılı olarak verilmelidir. Adi yazılı şekil yeterlidir, yani noter tasdiki zorunlu değildir; rıza veren eşin imzasının bulunması yeterlidir. Rıza, kefalet sözleşmesinin kurulmasından önce veya en geç kurulması anında verilmiş olmalıdır; sonradan verilen rıza geçerli değildir.
Eşin rızası alınmadan yapılan kefalet sözleşmesi geçerli midir?
Hayır, Kefalette Eşin Rızası alınmadan yapılan kefalet sözleşmeleri hukuken geçerli değildir; kendiliğinden hükümsüzdür. Bu geçersizlik, sözleşmenin kurulduğu andan itibaren hüküm ifade eder ve sonradan boşanma gibi durumlar dahi bu geçersizliği ortadan kaldırmaz.
Hangi durumlarda eşin rızası aranmaz?
Türk Borçlar Kanunu’nda Kefalette Eşin Rızası‘nın aranmadığı bazı istisnai haller bulunmaktadır:
- Mahkemece verilmiş bir ayrılık kararı veya yasal olarak ayrı yaşama hakkı doğmuşsa.
- Ticaret siciline kayıtlı ticari işletme sahibi veya ticaret şirketi ortak/yöneticisi tarafından işletme veya şirketle ilgili olarak verilecek kefaletler.
- Esnaf ve Sanatkârlar Siciline kayıtlı esnaf ve sanatkârların mesleki faaliyetleriyle ilgili kefaletleri.
- Eşlerin birbirine kefil olması durumu (Yargıtay içtihadına göre).
- Doğrudan temsilci veya tüzel kişi organı sıfatıyla kurulan kefaletler.
- Tarım kredi, tarım satış ve esnaf ve sanatkârlar kredi ve kefalet kooperatifleri ile kamu kurum ve kuruluşlarınca kooperatif ortaklarına kullandırılacak kredilerde verilecek kefaletler.
Aval işleminde eşin rızası gerekir mi?
Hayır, Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu’nun 20.04.2018 tarihli, 2017/4 E. – 2018/5 K. sayılı kararı ile aval işleminde Kefalette Eşin Rızası aranmayacağına hükmedilmiştir. Bu karar, avalin kambiyo senetlerine özgü tek taraflı bir işlem olması ve ticari hayatın hızının korunması gerekliliğine dayanmaktadır.
Kredi çekiminde eşin rızası gerekli midir?
Evet, eşlerden biri mahkemece verilmiş bir ayrılık kararı olmadıkça veya yasal olarak ayrı yaşama hakkı doğmadıkça, ancak diğer eşin rızası ile kredi için kefil olunabilir. Kredi çekimiyle girilen borç, aile ekonomisini doğrudan etkileyebileceği için
Kefalette Eşin Rızası benzeri bir koruma mekanizması burada da aranır.
Kefalet sözleşmesinde yapılan değişiklikler için yeniden eş rızası gerekir mi?
Eğer kefalet sözleşmesinde sonradan yapılan değişiklikler kefilin sorumluluğunu artırıcı nitelikteyse (örneğin, azami miktarın artırılması veya adi kefaletin müteselsil kefalete dönüştürülmesi), diğer eşin yeniden yazılı rızası alınması zorunludur. Ancak, kefilin sorumluluğunu ağırlaştırmayan değişiklikler için yeni bir rıza aranmaz.
Eşin rızası alınmadığı durumda ne yapılmalı?
Kefalette Eşin Rızası alınmadan yapılan kefalet sözleşmesi geçersiz olduğundan, bu durumun tespiti için hukuki yollara başvurulabilir. Bu tür bir durumla karşılaştığınızda, hak kaybı yaşamamak adına alanında uzman bir avukattan hukuki destek almanız büyük önem taşır. Avukatınız, durumunuzu değerlendirerek gerekli hukuki adımları atmanıza yardımcı olacaktır.